1. hayatta 'artık olmaz, ı ıh, vs,' minvalinde pesimistliğimizden ve toplumsal depresyonumuzdan ötürü kendimizle yoktan yere kavga ettiğimiz şu hayatta yine de birtakım mucizeler demeyeyim ama 'geri dönüş'ler oluyor; şaşırtıcı ölçüde 'bir anda' ve 'albert einstein' 'i doğrularcasına olmaya devam ediyor. ve belli ki edecek de. hepimiz için. istisnasız.

    bıçaklandıktan sonra yoğun bakım ünitesine bağlı iken bir anda hayata fiziksel ve biyolojik olarak dönen; sadece uyurken içmeyen bir meczup haline gelmişken bir günde ve hatta yine 'bir anda' o alkol denen illeti bırakan ve o gün bu gün ağzına sürmeyen, hatta nefret eden birisi olarak, bir daha böylesi adına yaşam demekten uzak bir formatın içerisine düşüp, akabinde 'geri dönüş' yaşayacak duruma düşmemek için kendi kabuğunda, kimseye zarar vermemek için kendisini öldüren bir adam modunda uzun yıllardır yaşayıp giderim diye düşünmüştüm. çünkü ne bırakacak kötü bir alışkanlığım, ne de yaşam konforumu ve gelecek projeksiyonumu bozacak bir düşmanım kalmamıştı. işin özü benim için artık kendime yönelik bir challenge kalmamıştı. (ingilizce tabir için özür dilerim ama cuk oturduğu için dayanamadım.)

    hayatta ne birisine güvenebileceğime, ne de birisi tarafından sonsuz güvenilebilecek bir insan olabileceğime inanmadan yaşadım durdum. kanıksadım da. diceyliği bırakıp, bankacılığa başladığım ilk gün (izmir çeşme'den, trabzon değirmendere'ye) etrafıma bakar bakmaz demiştim: "olmamış. çok eğreti olmuş." sabaha kadar yazsam tarif edemem o yüzden siktir edin; mevzuya geleyim.

    arada bir spor salonlarına giderim. tıpkı bilardo salonlarına gittiğim gibi. o da ayrı bir tutkumdur. ama spor salonlarına genelde kah 'bir an'lık gaz ile antrenman yapmaya, kah antrenman yapanları izlemeye ve veya çok nadir de olsa özel ders vermeye. böyle yapay bir romantizm içerisine girmeye çalışıyormuş gibi göründüğümün farkındayım ama ben gerçekten spor yapmayı hiç sevmedim. yani romantize edecek bir duygum yok. ben hep iyi bir izleyiciydim. boks'a başlama hikayemi anlattığım kişiler vardır, bilirler; oralet içerek o leş gibi salonlarda boks yapanları izleyerek başladım genç yaşta. ne bileyim ben hep araştıran, izleyen, öğrenmek isteyen tarafta olmayı isterdim; uygulayan kişi olarak değil.

    3 ay önce oturduğum semtte lüks bir spor salonu açıldı. ortaklarından birisi de benim trabzon'dan bir arkadaşımın kayınçosu imiş. uzatmayayım gittik selam verdik, oturduk vesaire. sohbet, çay derken içeri bakıyorum ama son model spor aletleri, tertemiz minderler, parfüm kokuları, vücudun her kılcal damarını çalıştırabileceğin ölçüde detaylandırılmış eski sistem ekipmanlar, vs, vs, vs, girdim içeri müsaade isteyerek öyle bakıyorum aletlere, bir anda gözüm aynada kendime takıldı.

    yaz günü, haliyle tişört giymişiz. lan bir baktım kendime; tamam beyazlamışız, kıçımızdaki kıllar kadayıf olmuş, göz altlarım kırışmaya başlamış, ne bileyim çenemiz daha sertleşmeye, sakallarımız iyice bembeyaz olmaya başlamış, yaşlanmışız be olm derken hayat tabii ki geçiyor gözünün önünden. uzatmayayım çıkarttım tişörtü, verdim kırbacı. pardon bu o değildi.

    çıkarttım tişörtü; vücudumdaki dikiş işlerine, kolumdaki dövmeme, bir türlü kırılmayan ve beni yarı yolda bırakmayan burnuma, e göbeğime, eh be olm kolların altı da sanki sarkmaya mı başladı diye bakınırken, birden, 'bir anda' alkolü bırakırken kendimi de bıraktığımı hissettim. başladım hemen o an kafamda tartmaya, lan olur mu olmaz mı, lan steroid e girsem mi, yok olm riske gerek yok, baklava mı ? yok lan, tembel herifin tekisin gibi kendi kendime hakaret ederken, ertesi gün kendimi o 'challange'nin içinde buldum.

    gittim tüm tahlillerimi yaptırdım; kas, yağ, ölçümlerini birkaç yerden teyit ederek elime alıp tuttum salonun yolunu. elimde sağlık raporu gibi evraklar, bir de emekli öğretmen gibi güzel efendice dosyalamışım onları, çıktım salondaki hocanın karşısına. aynı inci sözlükteki gibi "bak kardeşim" diyerek girdim mevzuya. bilirsiniz, dan dun adamımdır. "bak kardeşim, ben eniştenin arkadaşı serkan abin. magazini, hal hatır işlerini geçelim. benim haziran ayına kadar vaktim var; şu kadar sene, şu şu kulüplerde , şu seviyelerde boks yaptım; işte şunca sene bireysel vücut çalıştım. yani teoriyle vakit kaybetmeyelim; ben steroidlerimi belirledim, gereken takviyeleri belirledim, ölçümlerim, tahlillerim her şey hazır, kafamdaki antrenman teknikleri şunlar bunlar hepsi bu dosyanın içinde. sen bunları al, git çalış, yarın bana haber ver, geleyim detaylı konuşalım." dedim gittim. ciddiyim.

    ertesi gün aradı, o da aynı üslupla "abi sen bir 14 kilo ver, öyle başlayalım." dedi. sorgulamadım, vardır bir bildiği dedim. uzatmayayım, dün itibariyle 14. kilomu da verince, ilkokul öğrencisi gibi bugün elimde spor çantam, eldivenlerim salona gittim. tartıldık, konuştuk, vs, vs, vs, vs, derken bir buçuk saatlik bir profesyonel antrenmanla tekrar salonlara döndüm.

    e ben diceyliğe de geri döndüm ?

    yani tamam bunlar güzel 'geri dönüş'ler lakin kendime verdiğim sözler ? vardır bir hayır diyoruz.

    formülasyonu iyi yapmak lazım: ölümden döndük, alkolü bıraktık, kitaplara gömüldük eyvallah ama kendimizi de bırakmışız. bunu bugün tekrar anladım.

    haziran ayında yaşıyor olursam ve bu yaşta, şirin baba halimle 4 tane baklavayı çıkartabilirsem haber veririm :) ama haftada 3 gün gym, 3 gün ağır boks antrenmanı ve doğru beslenme / yaşam ile olmayacak iş değil, di mi ? :)

    bir daha kendimi bırakmayacağım. siz de siz olun, 'ı ıh' , 'olmaz' demeyin e mi :)
    #8926 becoolnotfool | 2 yıl önce
    0anket