1. lorenzo lulli ve caterina del sera çiftinin çocuğu olarak sıradan bir ailede floransa'da doğmuş olan besteci.

    fransisken tarikatının bir kolu olan cordelier grubuna bağlı olan bir keşiş kendisine gitar çalmayı öğretmiş.

    14 yaşındayken hem chevalier de guise hem de kuzeni mademoiselle de montpensier birlikte italya'ya göç etmişler. chevalier amcamızın amacı iş güç olsa da, mademoiselle teyzenin amacı "beni de al yanına da azıcık italyanca pratiği yapayım" olmuş. 14 yaşındaki jean baptiste de bunların italya'daki evinin mutfağında işe başlamış.

    sonra gitar çalışıyla evdeki tüm müzisyenlerden daha yetenekli olduğunun kanısına varılmış ve kendisine "garçon de la chambre de la princesse" unvanı verilmiş. böylece genç lully, kendisini tuiliers kentinde bulmuş, burada asgari ücret alıp madmazelin sarayında müzisyen olarak çalışmaya başlamış. orkestradaki kemancılardan etkilenen lully kemana el atmış ve hızlıca öğrendiği yetmemiş gibi daha kemanı öğrenir öğrenmez de keman için besteler yapmaya başlamış.

    sonra 1652 yılında madmazel evlenince, lully taşraya gitmek istememiş ve madmazel'den paris'e gitmek için izin istemiş. madmazel bu olayı günlüğüne de yazmış.

    lully'nin saraya girişi de tesadüfen olmuyor elbette. madmazel'in hizmetinde çalışırken michel lambert isimli şarkıcı ve besteciyle tanışıyor. zaten daha sonra lambert'in kızıyla da evleniyor.

    madmazel'in hizmetinden ayrılan lully, 3 ay sonra kendisini ballet royal de la nuit isimli 13 saatlik balenin bestecileri arasında buluyor ki besteciler arasında michel lambert da var. başrolde de xiv. louis oynuyor.

    bu baleden 1 ay sonra lully "compositeur de la musique instrumentale" unvanı alıyor. bu pozisyona da lazzarini isimli bir besteci öldükten sonra giriyor. bir bestecinin ölümü, diğerinin yükselişine sebep oluyor.

    zaten lully de saraya bir girince pir giriyor ve hem xiv. louis hem de avrupa lully'nin müziğinden derinden etkileniyor. louis, lully'nin keman çalışını "ilahi bir yetenek" olarak betimlemiş.

    lully sarayda 24 kemancı ile birlikte les violons du roi isimli orkestrayı kurmuş. bu orkestra, sarayın her türlü müzik işine bakmış ve paris'i avrupa müziğinin merkezi yapmış.

    saray işleri haricinde, boş zamanlarında da yeni enstrümanlar öğrenmeye ve yeni bestecilik teknikleri geliştirmeye çalışmış.

    mesela orkestra şeflerinin baton kullanması lully ile yaygınlık kazanmış. eskiden müzisyenler nota okumak yerine her şeyi kulaktan öğrenirlerken lully orkestrasının nota okuyup yazabilmesini zorunlu yapmış.

    lully'nin müziğinin tamamen fransızlaşması, versailles günleriyle başlıyor. versailles ile fransa yeni bir döneme girince, lully de "surintendant de la musique" unvanı ile bu yeni döneme giriyor ve bu dönemde müziği de fransızlaşıyor.

    1661 yılında moliere ile işbirliği başlıyor ve moliere oyunlarına müzik yazıyor. ilk işi de les facheux oluyor. ayrıca aktör olarak da oyunda yer alıyor.

    24 temmuz 1662 yılında lambert'in kızıyla evleniyor ve lully evlendiği için mutlu olan kral, lully'nin maaşını 30000 livre yapıyor. o dönemde bir asker maaşı 30 livre imiş. yani lully 1000 askere bedel bir maaş alıyor.

    evlendikten sonra lully, yüksek ihtimalle aldığı maaşın da etkisiyle, daha da çok çalışmaya başlıyor. beste ardına beste yapıyor. dinleyen soylular da "cennetteki müzik bile lully'nin müziğiyle boy ölçüşemez" diyorlar.

    moliere ve lully'nin arasını açan ise lully'nin dediğim dedik bir insan olması. saraydaki bestecilerin ortak bestelediği besteleri bile sonradan değiştirirmiş son yetki yine kendisinde olduğu için. moliere'den sonra lully, librettolar için philippe quinault ile çalışmış.

    1672 yılında pierre perrin'in kötü yönetimi sebebiyle iflas eşiğine gelen academie royale de musique'in başına geçmiş. burada da "madem ki fransa'da en yüksek müzik otoritesi benim, benim onayım olmadan fransa'da sahne işleri olmayacak" demiş ve yetkisini rakiplerini alt etmek için kullanmış.

    söylenene göre 1674 yılında bestelediği alceste, lully'nin magnum opus'uymuş. xiv. louis her gün izlemeye gidermiş. bu opera için yazdığı librettosu kabul edilmeyen la fontaine (fabl da yazmış olan evet), sinirlenip lully'nin kurt olarak betimlendiği le florentin isimli fablı yazmış.

    8 ocak 1687 tarihinde kralın epeydir müzdarip olduğu bir hastalığı atlatması şerefine bestelediği te deum bestesinin konserini yönetirken batonu ayağına saplaması sonucunda kangren olup hayatını kaybetmiş. bu konserin masrafını tamamen kendi cebinden ödemiş ve korosunda 150 şarkıcı varmış.

    eğer daha uzun yaşasaymış, ölene kadar ününden bi şey kaybetmeyeceğini söylüyorlar. ölmeden önce achille et polixene başlıklı bir opera üzerinde çalışıyormuş.

    jansenizm takipçisi bir rahip, bu operanın dinen sakıncalı olduğunu ve eğer yakarsa acısız bir biçimde öleceğini söylemiş. lully de operayı yakmış bunun üzerine. sonra ziyaretine gelen bir prense "merak etme, bir kopyasını hala saklıyorum" demiş.

    öldükten sonra makamı da dahil olmak üzere tüm varlıkları eşine geçmiş. eşi de besteci anısına bir kilise inşa ettirmiş.

    çocukları arasında en çok louis lully'nin üzerinde titremiş ama "vermeyince mabud, neylesin sultan mahmud" durumu olunca epey üzülmüş adam. ama jean ve jean louis müzisyen ve besteci olarak çalışmışlar.

    aslında kendisinin eşcinsel ve pedofili olmadığı, bunların rakipleri tarafından atılmış iftiralar oldukları söylenmekte. ama adam çok hırslı ve çok egoistmiş.

    yine de evde nasılsa, sarayda da öyle davranan doğal birisiymiş. maddi sıkıntıları olan müzisyenlere her zaman evinin kapısını açmış.

    müziği her ne kadar döneminin en aşmış müziği olsa da, jean-philippe rameau ortaya çıkınca lully hafiften unutulmaya başlanmıştır. yine de çoğu besteci klasik batı müziğini başlatan adam olarak lully'yi görmüştür.

    not: buraya kadar olan kısım, kulzos'taki hesabımdan copy/paste. üşendim açıkçası tekrar sıfırdan biyografi yazmaya.

    kendisiyle tanışıklığım daha mini mini bir ilkokul bebesiyken, dede yadigari ansiklopedisiyle başladı. o zamanlar için sadece isim olarak biliyordum. bir de fransız sanat müziğini tımar ettiğini biliyordum.

    yıllar geçti; ilkokul, ortaokul derken liseye başladık. o zamanlar ben daha modern klasik besteler dinlemekle birlikte daha çok japonca rock müziğe kayıyorum. bunda izlediğim animelerin etkisi büyük. mesela death note . lisede ai otsuka ile başlayan japon müziği ilgim en sonunda şuraya kadar vardı. hatta o noktadan sonra ben sadece j-rock dinlemeye başladım. arada da çerez niyetine klasik müzik dinliyordum yine.

    sonra üniversite başladı. o kesmedi ikinci üniversite başladı. japon dili okudum bu sefer. iki tane j-rock cover grubunda basçı olarak bulundum. ama o aralar biraz buhranlı zamanlarımdı. gruplardaki sürem fazla uzun olmadı bu sebeple. kendi kabuğuma çekildim. evde kendi kendime gitar çalmaya başladım falan.

    şimdi tabii elektro gitar, tabiatı itibariyle grupla çalmak için icat edilmiş bir şey. haliyle elektro gitarı bırakıp klasik gitara başladığım bir zaman dilimi oldu. klasik gitara başlayınca da mecburen klasik müzik dinlemeye yeniden başladım. ama ne başlama.

    klasik gitarla uğraşırken kristine west isimli bir huri ile yolum kesişti. "oha ne güzelmiş lan aslında" dedim blokflüte başladım. blokflüte başalyınca, repertuar gereği taa orta çağ müziğine dönüş yapmak zorunda kaldım. orta çağdan yola çıkınca, rönesansa bir uğradım. sonra barok.

    "aha lully!" dedim. tanıyordum bu adamı. işte ondan sonra "ben kalp barok dönem" dönemim başladı. keman öğrenmeye başladım falan. hayatımı değiştiren insanlardandır bu sebeple.
    #4332 bachophile | 3 yıl önce
    1besteci