1- Cosplay olabilecek kıyafet ile gittim kimse anime izlemiyormuş çok kırıldım
2- sarhoş oldum. Eve kadar bir gözümü kapatarak araba kullanıp geldim. İki gözü açınca yol duble yol görünüyor.
3- bugün yılbaşı. Hindi yenir ama tek insan başımayım. İki tane tavuk söyledim. Biri kediye biri bana. Hak etti çocuk . Bir sene kıtır kıtır o mamaları yedi. Mis gibi tavuk yesin.
4-şarap hazır ama içmiyorum. Çünkü ayık kalıp kapıyı açmam gerek çünkü tavuk siparişi verdim ve kedinin tavuk hakkı var. Bunu hak etti.
5 - camdan bakıyorum çünkü lanet kapı zili çalışmıyor.
6- Erol Taş halt etmiş. Tavuk nasıl yenir kediye göstereceğim. Babalar kızlarına öğretmeli. İkinci tavuk bunun için var.
7- ölürsem mirasımı kediye bırakacağım ama mal varlığından an itibarı ile İki tavuk eksildi. Üzgünüm kızım.
8 - seviyorum ulan !!!
9 - yarın biri bana entry nasıl silinir öğretirse sevinirim . Bugün öğrenecek kafa yok.
Bir arkadaşın hoşlandığı bir adam vardı. Adam yurt dışında yaşıyor, mesajlaşıyorlar.
Adam buna bir fotoğraf gönderiyor, evinin penceresinden çekmiş..
arkadaş da adama sürpriz yapıp o adrese bir hediye göndermek istiyor.
Benden fotoğrafın çekildiği yerin adresini bulmamı istedi ve buldum.
Arkadaş doğrulamak için adresi sormuş. Adamın son sözleri "oha" olmuş ve sırra kadem basmış.
hacı abi, burayı okuyacağını hiç sanmıyorum ama olur da okursan. olayın sorumlusu benim. kız ajan falan değil. ben de değilim. internet ortamında böyle işler kolay.
ayrıca ne çeviriyorsun bilmiyorum ama erkek erkeğe bir konuşmamız lazım. yüzüstü bırakıp gitiğin kız çiçek gibi insan evladı.
henüz kesin bir şey yok ortada ama iyiden iyiye gelecek planları yapmaya doğru evrilmeye başladı sohbetlerimiz. çevrem uzakdoğulu, ben fransız gelin beklerken aradığım gelenekçi katoliği hindistan'da buldum ya ne diyeyim...
Dün içimdeki küçük bir cin 1 km ötedeki bir markete gitmemi, sağdaki kasada saçını at kuyruğu yapmış kızın olduğu kasadan piyango bileti almamı söyledi.
Hangi numaraların olacağını da söyledi. markette piyango bileti satılıp satılmadığını da bilmiyordum.
whatsapp grubunda arkadaşların da gazıyla evden çıktım. markete yürüdüm.
Tarif edilen Kızı o kasada buldum. numaralar iki ayrı biletteydi ikisini de aldım. Biletlerin fotoğraflarını da beni gitmeye teşvik eden arkadaşlara gönderdim.
Cin bana dedi ki "biletleri senin kontrol etmene gerek yok arkadaşların kontrol edecek" 3 - 4 gün sonra anlarız durumu. ben bakmayacağım.
diğer insanlarda oluyor mu bilmiyorum, ama müziğin ciddi anlamda kalbimde etkisini hissediyorum. ama her müzikte olmuyor bu. çoğunlukla klasik müzikte denk geliyorum buna. rock müzikte sadece unlucky morpheus'un son albümünde biraz hissettim. o da vokal fuki'nin ve kemancı jill'in yeteneği sayesinde.
bu durum yeni bir şey değil aslında. kendimi bildim bileli var.
mesela bazen kalp atışlarım çok hızlanıyor bazı eserlerde, ateş basıyor falan... sanki böyle birisi kalbimi okşuyormuş veya kalbime iğne batıyormuş gibi hissettiğim de oluyor.
bir de bu durumu belirli ses aralıkları daha fazla tetikliyor. hatta oturup, analiz falan yapmıştım en çok hangi ses aralığı beni etkiliyor diye. sonuç olarak minör ikili ve dorian modunun beni etkilediğine kanaat getirmiştim.
Küçük interaktif sözlüklerin en büyük probleminin çoğu kişinin karı-kız için ortamda bulunması olduğunu düşünüyorum. Böyle olunca da saçma sapan rekabetler oluşuyor, sonra küsüp gidenler oluyor vs. bu tür sebeplerden pek yazasım gelmiyor bunlarda. Ama araştırdığım konularda yazılar yazmak da hoşuma gidiyor.
ara sıra başkalarının telefon ekranlarına kilitleniyorum. tabii bu, toplu taşımada filan tanımadığım insanların telefonları değil de arkadaşlarımın telefonları oluyor genelde. ve sanırım can sıkıntısından oluyor, yoksa kötü niyetim yok.
mesela arkadaşlarla bara gidiyoruz, arkadaşlar benim gibi sosyal ilişkilerde sorun yaşamadığı için aynı anda birkaç kızla mesajlaşıyorlar. ben ise en fazla eşleşme uygulamasından tanıştığım bir kızla mesajlaşabiliyorum. o da her zaman olmuyor. canım sıkılınca başlıyorum onların mesajlarını okumaya. bir yandan içiyorum bir yandan onlarınkini okuyorum. kafaları iyi olduğu için çoğu zaman fark etmiyorlar ama son zamanlarda alışmışlardı zaten.
Yaklaşık bir yıldır clash royale adlı mobil oyunu oynuyorum. Oyunda klan savaşları var ve katıldığım klan Türkiye sıralamasında oldukça iyi konumda.
Bir yıl boyunca klana bir sürü oyuncu katıldı. Birçok kişi lider yardımcısı olmak istedi klanda, hiçbiri yapılmadı. O veya bu sebepten bir sürü kişi klandan ayrıldı veya atıldı. Ben ise hiçbir savaşı aksatmadım, sadece görevimi yaptım. Hiçbir terfi istemedim. Sonucunda bugün, diğer lider yardımcısı olmak isteyen herkes değil de ben lider yardımcısı yapıldım.
Diğer sözlüklerdeki nickini burada almayıp kendisine tertemiz bir sayfa açma niyetinde olan yazarlarımıza denk gelince "ulan kim acaba bu, tanıyor muyuz?" Diyorum içimden ama zamanla tanışacak olmamız yüreğime su serpiştiriyor.
"İnsanda kırılmaz bir gurur bir de iyiye ve güzele olan düşkünlük varsa zor bir hayat ortaya çıkıyor. "
bu cümle hayatımı iyi şekilde özetiyor aslında. haklı olduğumu düşünüyorsam eğer hiç geri adım atmıyorum. bu da uzlaşmacı olmamı engelliyor. insanların benden uzaklaşma sebebi de bu olsa gerek.
bazen de "lan bu sebeple mi küsmüşüm?" deyip olayı unutuyorum. ama bu sefer de artık ne oluyorsa karşı taraf özür bekliyor. ben anlamadım bu işi...
galiba en iyisi japonlar gibi pokerci insan ilişkileri kurmak. takacaksın maskeni, "evet" diyeceksin ama aslında "hayır" diyeceksin, aynı ortamda bulunmadıktan sonra dış çevreye dahil insanla muhatap olmayacaksın.
- köprü, hasar raporu verin ! - kaptan köprü yok. - Nası yok? hiç mi yok? - vallahi yok kaptan. - spock, bu durumda yapılacak en mantıklı iş nedir? - çay demleyelim kaptan. Harareti alır. - demleyelim lan spock. Yanında çekirdek de çitleriz. - çitleriz.
2 ay gibi kısa bir sürede toplamda 161 girdi ile 235.516 gibi devasa bir karakter sayısına ulaştığım için kendimi canıgönülden kutlamak, bunun sonucunda da kıçımın biraz kalkmasını istiyorum.
Senin için geliyorum @rainbow. Şunun şurasında bir şey kalmamış zaten, 38.000 küsür karakter daha. @naberlansozluk biraz sıkıntı ama. 374.585 karakter nedir, yav? Sözlüğe döşek mi attın? Neyse, onu da sollarız, sorun değil. İşte asıl sıkıntı da @bachophile. 787.516 karakter... Sen döşek değil, bildiğin mobilya takımı atmışsın sözlüğe. Neyse, onun da icabına bakarız herhâlde zamanla.
güzel telaffuz edebildiğim batı dillerinin sırası şöyle:
rumence>latince>italyanca
rumence konusunda nedense öyle doğal bir yeteneğim var. üniversitede seçmeli ders olarak almıştım. hoca o kadar çok beğendi ki konuşmamı okuldan mezun olsam da illa ki bir etkinlik falan olduğunda "şöyle bir etkinlik var, katılmak ister misin?" diye soruyor.*
Şu evden siktir olup gideceğim zamanı iple çekiyorum. Az kaldı zaten, bir şey kalmadı şunun şurasında. Bir insanın kendi öz ailesinden bile soğuyabilecek bir noktaya ulaşması mümkünmüş bu hayatta. Bunu da acı bir şekilde öğrenmiş, tecrübe etmiş olduk. O yüzden kendisini dünyanın merkezi, bulunmaz Hint kumaşı falan sanan kişilikler tek kelimeyle komikler. Bu insan çeşidinden çok fazla var, çok sıkça karşılaşılabilen bir insan çeşidi. Gülünç ve zavallılar fakat haberleri yok. Sanki biraz konu dışına çıktım fakat hazır aklıma gelmişken ve yeri gelmişken gereken yerlere gereken mesajları göndermek istedim. Aslında birbirinden farklı konularmış gibi görünüyor fakat aslında değil. İkisi de aynı konu aslında, aynı kapıya çıkıyor. Ayrıca yine konu ile alakalı olarak siz güzel insanlara yani Meta Sözlük yazarlarına güzel bir tavsiye vermek isterim, bu da bonus olsun: 5 TL değeri olan şahıslara 500 dolar değer biçmeyin, canınızı sıkanları direkt postalayın, hayatınızdan çıkarın, "hiç kimse" vazgeçilmez, bulunmaz Hint kumaşı değildir.
hala ara ara gecenin tam üçünde şarkısını dinlerim. bu şarkıyı dinleme sebebim olmuştun. uyku saatim yıllardır en geç 12dir. o saatten sonra uyumuyorsam bir sebebi vardır. tam da aylar önce bir ses yıllardır kıpırdamayan kalbimi kıpırdattı. o şarkıyla da tanışalı o zamanlara denk düşer. gece üçlere kadar duyduğum o ses'in şarkısıdır bu. can değil canan değil dediği yerde kendimi çokça sorguladığım, ne yapıyorsun ne yaşıyorsun dediğim bir şarkıdır. sabahattin ali'nin kürk mantolu madonna'sını geçmiştir içimdeki sevi. samimiydi, sevecendi, içtendi sesi. nerde duysam tanırım. içimdeki duyguların tarifi yok. ve evet çok net vuruldum.
"Bir gül biter içimde, içimde, içimde Tam bildiğim biçimde, biçimde, biçimde Of, gecenin tam üçünde, gecenin tam üçünde"
Türkiye'deki sağcıların büyük bir yüzdesinin ateist olduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamam. Ahiret inancı olan adam bu kadar pisliğin içerisine girmez.
hayatta 'artık olmaz, ı ıh, vs,' minvalinde pesimistliğimizden ve toplumsal depresyonumuzdan ötürü kendimizle yoktan yere kavga ettiğimiz şu hayatta yine de birtakım mucizeler demeyeyim ama 'geri dönüş'ler oluyor; şaşırtıcı ölçüde 'bir anda' ve 'albert einstein' 'i doğrularcasına olmaya devam ediyor. ve belli ki edecek de. hepimiz için. istisnasız.
bıçaklandıktan sonra yoğun bakım ünitesine bağlı iken bir anda hayata fiziksel ve biyolojik olarak dönen; sadece uyurken içmeyen bir meczup haline gelmişken bir günde ve hatta yine 'bir anda' o alkol denen illeti bırakan ve o gün bu gün ağzına sürmeyen, hatta nefret eden birisi olarak, bir daha böylesi adına yaşam demekten uzak bir formatın içerisine düşüp, akabinde 'geri dönüş' yaşayacak duruma düşmemek için kendi kabuğunda, kimseye zarar vermemek için kendisini öldüren bir adam modunda uzun yıllardır yaşayıp giderim diye düşünmüştüm. çünkü ne bırakacak kötü bir alışkanlığım, ne de yaşam konforumu ve gelecek projeksiyonumu bozacak bir düşmanım kalmamıştı. işin özü benim için artık kendime yönelik bir challenge kalmamıştı. (ingilizce tabir için özür dilerim ama cuk oturduğu için dayanamadım.)
hayatta ne birisine güvenebileceğime, ne de birisi tarafından sonsuz güvenilebilecek bir insan olabileceğime inanmadan yaşadım durdum. kanıksadım da. diceyliği bırakıp, bankacılığa başladığım ilk gün (izmir çeşme'den, trabzon değirmendere'ye) etrafıma bakar bakmaz demiştim: "olmamış. çok eğreti olmuş." sabaha kadar yazsam tarif edemem o yüzden siktir edin; mevzuya geleyim.
arada bir spor salonlarına giderim. tıpkı bilardo salonlarına gittiğim gibi. o da ayrı bir tutkumdur. ama spor salonlarına genelde kah 'bir an'lık gaz ile antrenman yapmaya, kah antrenman yapanları izlemeye ve veya çok nadir de olsa özel ders vermeye. böyle yapay bir romantizm içerisine girmeye çalışıyormuş gibi göründüğümün farkındayım ama ben gerçekten spor yapmayı hiç sevmedim. yani romantize edecek bir duygum yok. ben hep iyi bir izleyiciydim. boks'a başlama hikayemi anlattığım kişiler vardır, bilirler; oralet içerek o leş gibi salonlarda boks yapanları izleyerek başladım genç yaşta. ne bileyim ben hep araştıran, izleyen, öğrenmek isteyen tarafta olmayı isterdim; uygulayan kişi olarak değil.
3 ay önce oturduğum semtte lüks bir spor salonu açıldı. ortaklarından birisi de benim trabzon'dan bir arkadaşımın kayınçosu imiş. uzatmayayım gittik selam verdik, oturduk vesaire. sohbet, çay derken içeri bakıyorum ama son model spor aletleri, tertemiz minderler, parfüm kokuları, vücudun her kılcal damarını çalıştırabileceğin ölçüde detaylandırılmış eski sistem ekipmanlar, vs, vs, vs, girdim içeri müsaade isteyerek öyle bakıyorum aletlere, bir anda gözüm aynada kendime takıldı.
yaz günü, haliyle tişört giymişiz. lan bir baktım kendime; tamam beyazlamışız, kıçımızdaki kıllar kadayıf olmuş, göz altlarım kırışmaya başlamış, ne bileyim çenemiz daha sertleşmeye, sakallarımız iyice bembeyaz olmaya başlamış, yaşlanmışız be olm derken hayat tabii ki geçiyor gözünün önünden. uzatmayayım çıkarttım tişörtü, verdim kırbacı. pardon bu o değildi.
çıkarttım tişörtü; vücudumdaki dikiş işlerine, kolumdaki dövmeme, bir türlü kırılmayan ve beni yarı yolda bırakmayan burnuma, e göbeğime, eh be olm kolların altı da sanki sarkmaya mı başladı diye bakınırken, birden, 'bir anda' alkolü bırakırken kendimi de bıraktığımı hissettim. başladım hemen o an kafamda tartmaya, lan olur mu olmaz mı, lan steroid e girsem mi, yok olm riske gerek yok, baklava mı ? yok lan, tembel herifin tekisin gibi kendi kendime hakaret ederken, ertesi gün kendimi o 'challange'nin içinde buldum.
gittim tüm tahlillerimi yaptırdım; kas, yağ, ölçümlerini birkaç yerden teyit ederek elime alıp tuttum salonun yolunu. elimde sağlık raporu gibi evraklar, bir de emekli öğretmen gibi güzel efendice dosyalamışım onları, çıktım salondaki hocanın karşısına. aynı inci sözlükteki gibi "bak kardeşim" diyerek girdim mevzuya. bilirsiniz, dan dun adamımdır. "bak kardeşim, ben eniştenin arkadaşı serkan abin. magazini, hal hatır işlerini geçelim. benim haziran ayına kadar vaktim var; şu kadar sene, şu şu kulüplerde , şu seviyelerde boks yaptım; işte şunca sene bireysel vücut çalıştım. yani teoriyle vakit kaybetmeyelim; ben steroidlerimi belirledim, gereken takviyeleri belirledim, ölçümlerim, tahlillerim her şey hazır, kafamdaki antrenman teknikleri şunlar bunlar hepsi bu dosyanın içinde. sen bunları al, git çalış, yarın bana haber ver, geleyim detaylı konuşalım." dedim gittim. ciddiyim.
ertesi gün aradı, o da aynı üslupla "abi sen bir 14 kilo ver, öyle başlayalım." dedi. sorgulamadım, vardır bir bildiği dedim. uzatmayayım, dün itibariyle 14. kilomu da verince, ilkokul öğrencisi gibi bugün elimde spor çantam, eldivenlerim salona gittim. tartıldık, konuştuk, vs, vs, vs, vs, derken bir buçuk saatlik bir profesyonel antrenmanla tekrar salonlara döndüm.
e ben diceyliğe de geri döndüm ?
yani tamam bunlar güzel 'geri dönüş'ler lakin kendime verdiğim sözler ? vardır bir hayır diyoruz.
formülasyonu iyi yapmak lazım: ölümden döndük, alkolü bıraktık, kitaplara gömüldük eyvallah ama kendimizi de bırakmışız. bunu bugün tekrar anladım.
haziran ayında yaşıyor olursam ve bu yaşta, şirin baba halimle 4 tane baklavayı çıkartabilirsem haber veririm :) ama haftada 3 gün gym, 3 gün ağır boks antrenmanı ve doğru beslenme / yaşam ile olmayacak iş değil, di mi ? :)
bir daha kendimi bırakmayacağım. siz de siz olun, 'ı ıh' , 'olmaz' demeyin e mi :)
bir holden caulfield hayranı olarak, çocukların başlarına gelen kötü şeylere engel olamamak, hiçbir şey yapamamak beni çok yaralıyor. Keşke bir süper gücüm olsaydı, sadece bir çocuğu kurtarmak gerektiğinde kullanabilseydim.